Evrim ve İnanç Arasında Seçim Zorunlu Mudur? Yazdır
Sultan Tarlacı tarafından yazıldı.   
Cuma, 15 Şubat 2013 08:53

Bu makalenin amacı Kur’an-ı Kerimde yeni bir bilimsel keşif bulunduğunu ve bunun da bilim tarafından desteklendiğini öne sürmek değildir. Ya da Kur’an-ı Kerim’in bilimsel yorumlanması değildir. Bu yazının esas amacı, bilimsel verilerle ortaya konan evrim teorisine, dinsel inanışı temel ve baz alarak yapılan saldırılar ve reddetmeye yöneliktir. Bu “yaratılışçı karşı çıkış” sadece İslam dini temelli değil, Hıristiyanlık ya da diğer dinlerde de vardır. “Bilimin evrim teorisine” karşı yapılan bu saldırı aynı zamanda dolaylı yoldan bilimin kendisine de saldırıdır.

Bugün, ülkemizdeki bazı bilim insaları ve evrim teorisinden haberdar kişiler bir ikilem arasında kalmaktadırlar: “Dine inanıyorsan evrim teorisine inanmayacaksın, evrim teorisine inanıyorsan Tanrı’ya inanmayacaksın.” Dini inancı olan kişilerin kafalarına sürekli olarak, evrim terosinin dine inanan kişinin kabul edebileceği bir şey olmadığı pompalanmakta ve ikilemde kalan bazı kişler, insan üretisi olan bilimi (ve evrim teorsini) tercih etmekten ziyade, Tanrı üretisi olan dini kabul etmek uğruna bilimden vazgeçmekte ve ona güvenlerini kaybetmektedirler. Hatta bilimin yöntemlerini buradan yola çıkarak toptan eleştirmektedirler. Bu gidişin, nihai doğurduğu sonuç ise “Bilim güvenilmezliği, dinle çatışmasıdır. Dolayısı ile din ve din adamları ne diyorsa biz ona inanalım. Çünkü, o Tanrı bilgisidir” noktasına varıştır. Bir süre sonra, bu anlayış, kişisel bir bakış açısı olmaktan çıkmakta, okulda öğretmenlerin, milli eğitim bakanlığının ve ardından hükümetlerin, ve genel olarak da yüksek din kurumlarının politikası haline gelmektdir. Hatta eli kalem tutan ve öğretim üyesi ve bilim insanı olarak bilinen kişiler bile bu tutumun içinde olabilmektedirler. Sonuç, bilimle çatışan eğitmenler, üniversite öğretim üyleri, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığıdır! Bu durumda kimseyi suçlamamak lazım. Kendinizi o insanların yerine koyun: bir elinize Tanrı’yı diğer elinize bilimi varselerdi, siz hangisini seçerdiniz?

Bu yazıda yanıtı aranan sorular şunlardır: Bu saldırı ya da karşı çıkışın kaynakları kesin midir? Kur’an bu bakış açısında bir yanıt veriyor mu? İnsanları din ya da bilim arasında bir tercih yapmaya zorlamak zorunlu mudur? İslam dinine ve Tanrı’ya inanan biri aynı zamanda “bilimin evrim teorisine” inanabilir mi?

 

 

“Dönüşümler yoluyla hayvan dünyası çok genişlemiş, sayıları çoğalmış ve oluşum basamağında insana dek varmıştır. Düşünce ve kavrayış sahibi insana kadar ulaşmıştır. ‘Düşünen insan’ aşamasına yükselme ‘duyu ve kavrama’ güçlerinin birlikte bulunduğu zamandır. ...Bu aşamadaki hayvan, kendisinden sonra daha üst aşamada bulunan düşünen insanın ilkel biçimidir. Görebildiğimiz varlıklar içindeki gelişim ve oluşumların en son ulaştığı aşama budur.”

İbn-i Haldun (1332-1406), Mukaddime, Önsöz kısmı

Charles Darwin, Doğal Ayıklama Yoluyla Türlerin Kökeni’ni 1859’da yazdı.

 

 

Bilim ve Din Nedir?

Genel olarka kabul edilen bilimin, dinsel ve politik görüşlerle karıştırılmamasıdır. Politik görüşler bizi çevreleyen dünyanın maddesel geröekliğine yöneltmişken, dinsel görüşler maddesel dünyanın dışında kalan şeyleri konu edinir. Bilim insnları, hiç bir zaman özel bir takım öğretilere güvenmemeli, kendi düşünme yöntemlerini özel bir felsefeyle sınırlandırmamalıdır. Bilimci, bilgilerin dayandığı temellerin yeni yeni tecrübelerle daima değişebileceğini her zaman hesaplamalı ve değişime hazır olmalıdır. Edinilen veya kabul edilen ideoloji’leri bir kenara bırakmalı ve bilimi onların üzerinde görmelidir. Dolayısıyla bir bilim insanı ideoloji’leri bir kenara koyup idea (düşünce)’leri ele almalıdır.

Bilim gerçekte laik ve apolitik bir etkinliktir. Bilim, maddi evreni anlamak için oluşturulmuştur. Ancak, bilimin laik olması, mutlaka Tanrı’nın varlığını reddettiği anlamına gelmez. Bu sadece, bilimsel gerçeklerin geçerliliğinin, her ne şekilde olursa olsun, herhangi bir ruhani otoriteye bağlı olmadığı anlamına gelir. Bilim için gözlem, deney ve mantık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirleyen tek hakemdir. Buna rağmen bir bilim insanı herhangi bir dine inanabilir ve dini gereklerini sonuna kadar yerine getirebilir. Hem Galileo hem de Newton dindar Hıristiyanlardı. Daha yakın zamanda ise, elektromanyetik ve zayıf kuvveti birleştirmeleri nedeni ile Müslüman fizikçi Abdüsselam’a, dini inancı olmayan Steven Weinberg’e ve Sheldon Glashow’a Nobel ödülü verildi (1979). Oysa, her ikisinin arasında çok derin inançsal uçurum vardı. Biri evereni yaratan bir Tanrı’ya inanırken, diğerinin hiçte böyle bir inancı yoktu. Buna karşın, tamı tamına aynı fizik kuramına, aynı zamanda ulaştılar. Bundan farklı bir örnek te, derin dini inancı olan sinir bilimin babası sayılabilecek John Carew Eccles ve ateist bir felsefeci olan Karl Popper’in tartışmaları çok seviyeli ve yeni ufuklar getirici olmuştur. Buna karşın, her ikisinin de ortak yönü evrime inanmalarıydı. Aslında, bilimin ve dinin gerçek anlamına ulaşmış insanlar için bunda garip olan hiç bir şey yoktur, çünkü bilim tek doğru yoldur. Bilim insanları bir kuramı sevip sevmediklerine göre değil, kuramın deneye uygun olarak ön görülerde bulunup bulunmadığına bakarlar. Bir kuramın, dinsel ve ideolojik olarak hoşa gidip gitmemesi veya kolay anlaşılıp anlaşılmaması, hatta sağduyu bakımından çok makul olmaması sorun oluşturmaz.

Bilimin Eğemenliği Ele Geçirmesi

Din ve bilim, bilimin olgunluğunu ele geçirdiği son 150 yılda belirgin olarak çatışmaya girmişlerdir. Eski Yunanistan’da din, bilim ile bugünkü anlamda bir mücadele içinde değildi. Ortaçağ Avrupa’sında ise din bilim mücadelesi, dinin baskı altına aldığı bir bilim şeklindeydi. Hıristiyanlığın, bütün beşeri hayata hakim olma sevdasının olduğu bu dönemde bilimin verilerinin ve felsefi düşüncenin ürünleri bir şekilde, dinle uyum içinde yorumlanması gerekmekteydi. Bu yapılmazsa, dinin baskısı altında ezilen bir bilim şekli ortaya çıkmaktaydı. Bilim ve dinin kendi alanları ne kadar geniş olursa olsun, yetki ve hareketlerini bu alanlarla sınırlama eğiliminde değildiler. Son 150 yıldır kontrolü mele geçiren bilim, bütün gerçekler dünyasının kendi inceleme alanında olduğunu öne sürerek dine açıkça savaş ilan etti. Sonuçta kavga kaçınılmaz oldu.

            Din duygusu insanoğlunda bizzat dış dünyanın algılanması ile oluşmuştur. İnsan suda, aynada ve rüyada kendi hayalini görür. Başka insanları da rüyasında görür. Gördüğü bu “eşler” aslına benzemesine karşın, aslı ile aynı değildir. İlk yapılan şey bunları ayrı varlıklar olarak değerlendirmektir. Ancak rüya bitince “eş” ne oluyor? Muhtemelen daha sonraki rüyalarda da benzer görüntüleri gördüğünden, demek ki “eş”ler yok olmuyor düşüncesi doğar. O zaman “ben ölünce” eş ne olacak düşüncesi de bir ölümsüzlük fikrini geliştirir. Ve buradan da bedenden ayrı var olan, farklı bir bilinç durumu olan rüyalarda gözükebilen “ruh” kavramı ortaya çıkar. Bu bakış, sonra da dinin söylemi olarak ruh-beden ikiliği olarak karşımıza çıkar.

Bilimin, insan=ruh+beden konusunda söyledikleri ya da söyleyebildikleri aslında çok fazla değildir. Bilim insanları, konunun kendi alanları içinde olmadığını söyleyerek ilgi göstermezler. Çünkü tek kabulu vardır: monizm (bircilik). Yani, beden madedir ve maddeden başka bir şey yoktur. Bilim insanlarının ilgisinin uzağında kalan bu alan, ilahiyatçıların ve metafizikçilerin elinde kalmak zorunda kalır. Onlarda boş buldukları bu alanda akıllarına geleni ve kendi kişisel bilgilerini, herhangi bir yönteme sokmadan söylerler. Zaten, konu bilimin yöntemi içinde değildir.

  

Tablo. Bilim ve Din Çatışmalarının Temel Noktaları

BİLİMİN SÖYLEDİKLERİ

DİN(LER)İN SÖYLEDİKLERİ

İnsan kainatın merkezi ve gayesi olamaz. İnsan varlıklar zinciri içinde bir halkadan ibarettir. Canlı madde bizzat yaratma ve değişme özelliğine sahiptir. İnsanın üstünlüğü, omurgalı hayvanların evrimi esnasında, diğer hayvanlara göre daha ileri evrim aşamasına gitmiş olmasındandır.

 

İnsan seçkin bir varlıktır ve doğaüstü varlık olan “Tanrı” tarafından tüm evren kendisine hizmet için yaratılmıştır. Evrim yoktur ve insan bizzat Tanrı eli ile yaratılmıştır. Diğer türler de insandan ayrı yaratılmıştır.

Dünya ve evren yoktan değil, doğanın kendisinde olan güçlerin bir sonucu olarak var olmuştur.

Yoktan var ediliş vardır ve kanun denilen güçlerin doğaya verilişi, doğaüstü olan Tanrı tarafındandır.

 

İnsanda ruh ve ölümsüz ruh diye bir kavram yoktur. Beden yalnız başına vardır ve ruh olarak hissettiğimiz, beynimizi oluşturan maddenin etkileşimin bir sonucudur. Ölümle ortadan kalkar (monizm/bircilik).

 

İnsanda, bedenden ayrı olarak Tanrı tarafından yaratılan ve bedenle birleştirilen ruh vardır. Beden ruhun geçici konağıdır. Ölümle ruh bedenden ayrılır (dualism/ikicilik)ve varlığına başka bir boyutta devam eder.

Doğada, bilim ve yine doğa ile açıklanamayacak hiç bir şey ve mucize yoktur.

İnsanın anlayamayacağı doğaüstü kuvvetler, olaylar, mucizeler vardır.

 

Tek gerçek olan bilimsel yöntem ve nesnel gerçekliktir. Bu bilgi de doğadan elde edilir.

Bilimsel bilginin dışında vahiy bilgisi de vardır. Vahiy Tanrının bize ulaşma yolu ve bilgisidir. Doğaüstü bir bilgidir.

 

Bilimin bilgisi sürekli olarak kendini değiştiri ve yeniler.

 

Tanrı bilgisi değişmez ve sabittir. Sadece yorumları ve anlaşılması farklıdır.

 

İnsan zihninin tüm özellikleri zaman içerisinde bilimle anlaşılabilecek ve sır kalmayacaktır.

 

İnsan zihninde ve ruhunda, daima anlaşılamayacak sırlar olacaktır.

Bilim ise ortak aklın ürünüdür ve deneyim ve gözlem kişiler arası farklılık gösterse bile çok azdır. Din esas itibari ile bireyseldir. Ne kadar din ve dindar varsa o kadar farklı dini bakış açısı vardır.

Evet, dini tecrübenin özelliği bireysel olmasıdır. Ancak din herkes için geçerli evrensel kurallar da içerir. İnsanların yaşadığı bakış açısı farklılıkları onların olgunlaşma aşamaları ile ilgilidir.

 

 

           

 

 

Bilimin “Evrim Teorisi” neden dinle çatış(tırıl)ır!

Bilimin Yanlışı

Evrim teorisyenleri teorilerinin ortaya konulması için bir Tanrı’ya gerek duymazlar ve oluşun tamamen kendiliğinden, “başlangıçtaki var olan kuralların” bir doğal sonucu olarak ortaya çıktığını öne sürerler. Evrim teorisinin içine rastlantı konulması ve bu rastlantının herhangi bir “üstün varlık” olmadan kendiliğinden meydana gelmesi bir Yaratıcıyı dışarıda bırakır.

Aslında bilim evrim teorisi hakkında konuşurken, bir yaratıcının varlığı ya da yokluğunu iddia etmeden evrimi anlatır. Ancak, evrim teorisini bazı kişilerce, yaratıcıyı dışlama ideolojisinin bir destekçisi olarak da ele alınmaktadır. Dışlanan bir yaratıcı durumunda, evrim teorisi umurlarında olmayan kişilerce önemsenir hale gelir. Tanrıyı dışlamak isteyenlerce teori, evrim teorisi değil, yaratıcıyı dışlamaya katkı teorisi haline gelir. Bu nedenle de yaratıcı görüş yanlılarınca, teorinin doğru olup olmadığına bakılmaksızın, sadece bir yaratıcıya gerek duyulmadığı için reddedilir. Ancak, bilim insanlarınca Tanrısız evrim teosisini öne sürmek ya da vurgulamak, tamamen ideolojik bir yaklaşımdır. Gerçekte bilim bir Yaratıcı’nın olduğu ya da olmadığı hakkında hiç bir kanıt öne süremez. Çünkü, “Tanrı” bilimin araştırma ve ilgi alanına girmez! Tanrı kavramı tamamen bir inanç ve kabul işidir.

Yerini Kaybeden İnsan

Dini bakış açısı ile, insan türünün ve diğer türlerin evrimleşerek ortaya çıkması, bir değersizleştirme ve aşağılama olarak görüldüğünden evrime otomatik olarak karşı çıkılır. İnsan var olduğundan beri, kendini evrenin ya da diğer canlı varlıkların merkezine koymuştur. Bunu hem din, hem de bir zamanlar bilim yapmıştır. Bütün büyük dinler insanı en üstün varlık olarak görür ve diğer var olan her şeyin kendileri için yaratıldığını kabul ederler. Buna benzer olarak, bilim de, din gibi, insanı uzun zaman evrenin merkezine yerleştirmiş ve orada tutmuştur. 1500 yılına kadar evrenin merkezinde dünya vardı ve Güneş bile insanın yaşadığı dünyanın çevresinde dönüyordu. Ancak, 1540 yılında Nikolas Kopernikus (1473-1543) çok çekingen bir tavırla, Güneş’i merkeze yerleştirdi ve dünyayı da çevresinde dönen sıradan bir gezegen haline getirdi. Ancak bu fikirlerini açıklamak için epey korku yaşadı. Çünkü, o zamana kadar hem geçerli bilim hem de dine göre “üzerindeki insanlarla birlikte dünya evrenin merkeziydi.” Ancak, zamanla artan bilgilerimizle anladık ki, insanın yaşadığı dünya ve galaksi içindeki yeri kısmen özelikle arz etse de, benzer özellikte bölgeler evrende bulmak mümkündü. İnsanın yaşadığı yer seçilmemişti.

Diğer bir değersizleştirme de, Charles Darwin zamanından kalan ama modern evrim anlayışında yeri olmayan insanın maymundan türediği şeklinde evrim anlayışının bazı bilim insanları tarafından ya da evrim teorisinin tepki çekmesi için karşı tarafça öne sürülmesidir. Oysa, modern evrim anlayışı, basitçe aşamalı olarak bir canlı gelişiminden (evrim) ve insanın diğer primatlarla (kuyruksuz maymunlarla) aynı soy ağacından olmasından oluşur. Maymundan dönüşü modern bilimsel evrim anlayışı kabul etmez. Bu da bilimin temizleyemediği bir yanlıştır ve evrim teorisine karşı çıkışın önemli nedenidir.

Bilim insanın seçilmiş bir varlık olduğunu kabul etmese de dinsel yaklaşımla insan halen “Tanrı’nın seçkin” kuludur. Dolayısı ile evrim teorisi insanı küçümseyen ve insanı maymunlardan aynı soy ağacına bağlayan bir yaklaşım olduğundan, dinsel bakış açısı ile bu bilimsel terori kabul edilemezdir.

 

İsra 70. Yemin olsun, biz, âdemoğullarını onur ve üstünlükle donattık, onları karada ve denizde bineklere yükledik. Onları, güzel ve temiz rızıklarla besledik. Ve onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.

 

Ancak, Kur’an-ı Kerim insanın bazı durumlarda çok aşağılara indirilebileceğine dikkati çeker ve seçkinliğin aslında her zaman sahibi olunan bir üstünlük değildir.

 

Tin 4-5. Biz insanı, gerçekten en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da onu düşüklerin en düşüğüne/aşağıların en aşağısına çevirip attık.

 

 

Yaratıcının Küçümsenmesi

Evrim teorisine karşı çıkılmasının diğer bir nedeni de, evrimle insanın var edilmesinin, Yaratıcı’nın küçümsemesi şeklinde algılanmasıdır. Oysaki evrimsel oluş çok basit değildir. Milyonlarca yıl süren bir plan, devam eden ardışık aşamalar, her aşamada kazanılan daha değişik ve üstün yetiler. Kendi içinde çok karmaşaları vardır ve ayrıntısı ile bakıldığında, bilinçli insanın böyle bir aşama sonrası oluşması bilimsel açıdan da açıklanması zor mucizedir. Bilimin öne sürdüğü “basamaklı evrimsel oluş”un ya da dindarların öne sürdüğü “Tanrı tarafından pat diye insanın” yaratılmasının hangisinin daha büyük mucize olduğuna karar vermek insan için mümkün müdür? “Ol” denilerek birden var olma ya da basamaklı bir biçimde evrim geçirtilerek var olma. Bilim için “pat” diye var olma imkansızdır. Bilim bir şeyleri anlamak ve açıklamak için diğer doğa örneklerine de bakar.

Bilimin gördüğü örneklerde, en azından canlısal düzeyde, pat diye var olmak yoktur. Bu nedenle pat diye Tanrı yaratısını kabul etmez. Oysa ki, dinsel bakış açısından hem pat diye bir anda hem de basamaklı/aşamalı var oluş dine uygundur. Her ikisi de Yaratıcı için kolaydır. Çatışma noktası, bir anda insanın var edilmesidir. Am diğer yandan, mademki Yaratıcı’nın gücü her şeye yeter, evrimsel oluşa da yeter demektir bu. Birini ya da diğerini seçme O’nu küçültmez:

 

Ankebut 19. Hiç görmediler mi, Allah, yaratmayı nasıl başlatıyor, sonra onu yeni baştan yapıyor. Kuşkusuz bu, Allah için çok kolaydır.

 

 

Tanrının Kendi Kuralları ve Zamanı

Dini bakışla, yaratan varlık, bizim içinde bulunduğumuz evreni 4-boyutlu olarak var etmiştir. Bilimin bakış açsı da aynıdır ve bilime göre dört boyutlu evrenin kurallarına göre, evrendeki her gelişme-dönüşme ve oluş, belli bir süreç ve kurallara göre ortaya çıkar. Bu kurallara doğa kanunları denir. Bu kanunların ortaya konulması, anlaşılması ve dillendirilmesine de bilim denir. Evrenimizin Büyük Patlama (Big Bang) ile ortaya çıkması böyle bir süreçtir ve bu insanoğlunun saatine göre 13.7 milyar yıl önce gerçekleşmiştir. Anne karnında bir yumurta ve spermden oluşmamız, gebelik süresince yaşanan gelişme de böyle bir süreçtir. Bir tohumun toprağa atılıp, ondan bir elma veren ağaç oluşması da böyle bir süreçtir. Basamaklı, belli aşamalara tabi, belli kurallara tabi... Bu basamaklı oluş evrenin oluşumundan tutun da buğdayın oluşumuna kadar aslında aynı kurallarla sınırlıdır. Ancak bu “olma” ve “oluş” zamansız olan Yaratan açısından “hemen/an/lahza” kadar kısa olsa da insanoğlunun hesaplarına göre uzun bir süreçtir. Tanrı zamanı iel insan zamanındaki bu farklılıklar, hem Kur’an-ı Kerim’de (Mearic 4, Secde 5. ayetler) hem de İncil’de vurgulanır. Bilimin görelilik teorisine göre zaman izafidir. Bu konuda konuşan bilim, Tanrının zamanı hakkında konuşamadığından evrimin basamaklı ve zaman içerisinde oluşu ile Tanrının “Ol” demesi ile olma arasında kopukluk oluşur. Yaratıcı görüşü kabul edersek, başlangıç kararı üstün bir varlığın “ol” demesi ile başlamış olabilir:

 

Meryem 35: ...Bir iş ve oluşa karar verdi mi, ona sadece "ol!" der, o hemen oluverir.

Mümin 68. O O'dur ki, hem hayat veriyor, hem öldürüyor. Bir iş ve oluşa hükmedince, ona sadece "Ol!" der; o hemen oluverir.

 

 

Aynı Evrim, Farklı Kabuller

Bizim made evrenimizin, bugünkü duruma gelmesi için 13.7 milyar yıllık bir süreç, dönüşüm, değişim veya kısaca evrim ile gerçekleşmiştir. Evrenin bu evrimi, basamaklardan oluşur. Her basamağı ayrı değişim ve dönüşümdür. Bu süre, yani 13.7 milyar yıl biz insanların, 4-boyutlu evrenimizdeki zaman anlayışının ifadesidir. Doğa kanunlarından çıkardığımız bir bilimsel veridir. Buna göre başlangıçta, ne olduğu tam bilinmeyen “bir şey”den evrenimiz ortaya çıktı. Önce atom altı parçacıklar, sonra atomlar, sonra moleküller, sonra gaz bulutları, yıldızlar-galaksiler, galaksi kümeleri ve ardından da gezegenler evrimleşti. Genelde Büyük Patlama ile oluş olarak bilinir. Bu bilimin bir kabulü ve bilgisidir. Bilim bu teorisini kanıtlarla ortaya koyarken Tanrı’yı hiç işin içine sokmaz. Ama Büyük Patlamdanın da nasıl kendiliğinden başladığı konusunda, Tanrı olmadan yanıtlar aramaya devam eder.

Bu aşamalı evren oluşumu ya da evrimi, Yaratıcı görüşe inananlar tarafından, bir Yaratıcın’nın varlığı için önemli bir kanıt olarak kabul edildi ve adeta üzerine atlandı. Tanrı vardı ve Evreni büyük patlama ile yaratmıştı. Oluşan büyük patlama ardından basamaklı olarak evren, evrimleşerek bugünkü durumunu almıştı ve en sonunda da biz insanlar ortaya çıkmıştık. Büyük patlamanın olması, adında “büyük” kelimesini içermesinden mi bilinmez, Yaratılış yanlılarınca büyük bir samimiyetle kabul edilir. Yani, evrene bir başlangıç koymak ve ardından evrimsel oluşması Tanrı’yı küçültmez!

Diğer yandan, büyük patlamanın bir aşaması olan, 6 milyar yılda evrimleşen Dünya’mızın üzerinde ortaya çıkan insan ve diğer türler için zamansal dönüşüm ya da biyolojik evrim kabul edilmez. Çünkü bu teori Tanrı’yı küçümser. Ya da “Ol!” deme ile oluşa göre 3-5 milyon yıl uzundur. Evren için 13.7 milyar yıllık evrimsel oluşa evet ama insanın 3-5 milyon yıllık evrimsel oluşumuna hayır! Çünkü, sonsuz, ucu bucağı olamayan dev evrenimizin aşamalı oluşumunu Tanrı’ya yakıştırırız ama küçük evren insanı yakıştırmayız. Her ikisini terazi kefesine koyarak kim karar veriyor, birinin diğerinden daha karmaşık olduğuna. Bugün biliyoruz ki “bir sivri sineğin yapısı bir yıldızdan daha karmaşıktır”. Sivri sineğin oluşumunu mu Tanrı kanıtı olarak öne sürmek daha iyidir yoksa bir yıldız ve galaksi kümesinin büyük patlama ile oluşumunu mu? Bugünün modern dindarları, sadece evrenin büyük patlama ile oluşumunu kanıt olarak almaktadırlar. Bu kendi içinde bir çeklişkidir.

Bilimin büyük patlamasının üzerine atlayan modern dindarlar, bilimin sürekli bir değişim içinde olduğunu ve yarın büyük patlamayı da dışlayan başka bir teori ortaya çıkabileceğini bilmelidirler. Günümüzde bile, aslında büyük patlamanın olmadığını, elde edilen büyük patlama verilerinin yanlış yorumlanmasının sonucu olarak büyük patlama teorisine ulaşıldığını öne süren ciddi bilim insanları vardır. Hee ne olursa olsun, bir büyük patlama evrimini kabul edip, insan evrimini kabul etmemek iki yüzlülüktür. Özellikle, Kur’an-ı Keri’i okuan birisi için şu ayeti anlamaktır:

Fatır 43: “Onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda/yönteminde asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda/yönteminde kesinlikle bir sapma da bulamazsın”.

 

 

Önümüzdeki Evrim Örnekleri

Diğer yandan günlük yaşamımızda zaman bağlı birçok dönüşüm ve değişimler vardır. Bir insanın anne karnında, tek hücreden doğuma kadar gelişimi, zamana bağlı bir farklılaşmadır. Buna her anne ve baba şahit olur. Hele hele günümüz ultrason çağında, neredeyse, ayda bir yapılan hamile takipleriye bir dönüşüm ve değişime gözleerimizle şahit oluruz. Bu süreç, dokuz ay ve 10 gün kadar sürer. Doğumdan ölüme kadar olan basamaklı değişim ise bir başka süreçtir. Bu basamaklı oluş içinde yaşadığımız maddi evrendeki fizik ve kimya kurallarının zorladığı bir oluştur. Bu basamaklı oluşun dışına çıkıp ani olarak bedensel var olma diye bir şey söz konusu değildir.

 

Kıyamet 37. O, dökülen meniden bir sperm değil miydi? 38. Sonra o, bir çiğnem et oldu da Allah onu yarattı, ardından düzgün bir şekle ulaştırdı. 39. Nihayet ondan iki çifti, erkeği ve dişiyi vücuda getirdi. 40. Peki bunu yapanın, ölüyü diriltmeye güç yetmez mi?

 

Yaratan “ol” emri ile yaratmaya başlayabilir ya da daha önceden koyduğu evrensel kuralı işletebilir ancak, bizim bulunduğumuz evrende, başlangıçtaki ilgili kuralların işlemesi gerekir. Bu kurala göre, ani ve pat diye var oluş, bizim algılamamıza göre yoktur (atom altı parçasıklarda ani var ve yok oluşlar mümkündür). Belki, fiziğin ileri sürdüğü 11-boyutlu ya da başka boyutlarda ani var olma ya da yaratma olabilir. Ama bu evrende, başlangıçta belirlenen kurallar gereği, ani var oluş bizim gibi büyük nesneler için mümkün değildir. Dolayısı ile Yaratan’ın yöntemi bizim evrenimizde hep aynı olmak durumundadır:

 

Fatır 43: “Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda/yönteminde asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda/yönteminde kesinlikle bir sapma da bulamazsın”.

           

Yaratılışta aynılık” insan hücreleri ile Dünya atmosferi arasında bile vardır. Atmosfer bir hücre zarı gibi Dünya’nın zarıdır. Atmosfer bir zar gibi asla tam düzgün şekilde değildir. Bazı alanlarda zayıf ve ince, bazen kalın, bazı yerleri su açısından daha yoğundur. İçerdeki bitkiler üzerine su yağmurla yağar. Hücre içine de zardan adeta su ve besinler yağar. Atmosferin elektrik enerjisi olan yıldırımlar vardır. Hücre zarında da elektrik enerjisi vardır. Atmosfer kozmik ışınların ve göktaşlarının geçmesine izin vermez, hücre zarı da seçici geçirgendir ve gelen her şeyin geçişine izin vermez. Hücre içinden dışına haberleşme olduğu gibi Dünya’dan da dışarıya haberleşme yapılabilir. Atmosfer içinde bir hayat vardır ve hücre içinde de bir hayat vardır.

 

 

 

 

Evrimi Test Etmek

Bütün karşı çıkışlara karşın, elde bilimsel olarak var olan fosiller, genetik kanıtlar vardır. Bunlar ne anlam ifade ediyor o zaman? Bulunan fosillerin sayısı, 1000 film karesinin belki 1 tanesidir. Ancak bu kanıtlar bilimin elinde ve arşivlerinde vardır. Fakat ne ilginçtir ki, İslam dininin kutsal kitabında da buna bir atıf vardır:

 

Ankebut 20. De ki: Yeryüzünde dolaşın da yaratılışın nasıl başladığına bir bakın. İleride Allah öteki oluşmaya da vücut verecektir. Allah, her şeye Kadîr'dir.

 

Bilim insanları deneysel olarak test edemedikleri teorileri bilimsel saymazlar. Evrim teorisi bu yönü ile dindar çevrelerce çok eleştrilmiş ve bilimsel bir anlamı olamayacağı öne sürülmüştür. Ama Yaratan Kutsal kitabımızda, bizim yaratılışımıza (hem de meleklerinkine) tanık olmadığımızı ya da olamayacağımızı ifade eder:

 

Zühruf 19. Rahman'ın kulları olan melekleri, dişiler saydılar. Onların yaratılışına tanık mıydılar? Tanıklıkları yazılacak ve sorguya çekilecekler.

Kehf 51. Ben onları ne göklerle yerin yaratılmasına, hatta ne kendilerinin yaratılmasına tanık tuttum. Ben, sapıp gitmişleri yardımcı edinecek değilim.

 

Evrime Karşı Ayet Var mı?

Kur’an hiç bir yerde evrime karşı çıkan bir ifade kullanmaz. Hatta basamaklı, aşamalı yaratılışlara sık sık örnekler verir. Hatta “ters evrim” diyebileceğimiz, insanların başka canlı türlerine (maymunlara) çevrilebildiğinden bahseder. Bunu bir çok dindar insan “maymuna çevirme” olarak bilir. Bunu kabul eder ve Tanrı’nın bunu yapabileceğine inanalır. Ama “insana çevirmeye” sıra gelince bu Tanrı işi olmaz.

 

A’raf 11.Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere: "Adem'e secde edin" dedik... 166.Ne zaman ki, yasaklandıkları şeylerden ötürü öfkelenip başka aşırılıklar yapmaya başladılar, onlara şöyle dedik: "Aşağılık, maskara maymunlar olun!"

 

Yasin 67. Dilesek, onları oldukları yerde hayvana çeviririz. O zaman ne ileri gitmeye güçleri yeter ne de geri dönebilirler. 77. Görmedi mi insan, kendisini bir spermden yarattığımızı! Bir de bize açık bir hasım kesilmiştir o. 78. Kendi yaratılışını unutmuş da bize örnek veriyor. Ve bir de şöyle diyor: "Şu çürümüş kemiklere kim hayat verecek?"

 

Nuh 14. O ki, sizi halden hale/evreden evreye geçirerek yarattı.

 

Enbiya 37. İnsan, aceleden yaratılmıştır. Ayetlerimi size göstereceğim. Benden acele istemeyin!

 

Müminun 12. Yemin olsun ki, biz insanı topraktan oluşan bir özden yarattık.

 

Bunlara bir çok örnek daha eklenebilir (Sad 71-72, Meryem 67, Taha 55, Hud 61, Hicr 26...).

 

 

 

Sonuç

Dinlerin yerine getirdiği görevi, bilim ne zaman yerine getirirse, o zaman dinler ortadan kalkabilir. Zaten dine de gerek kalmaz. Bilim tekrar uzaklaştığı metafiziği veya bugünkü teolojiyi, bilim dalı olarak ele almalıdır. Dünya üzerindeki dinler bir şekilde ortadan kaldırılsa bile insanoğlu kendine mutlaka bir din bulacaktır. Bu durumda, var olan şartlarda, bilimin dinden uzak kalması ve yokmuş gibi yadsıması yanlıştır. Bu yanlışın sonucunda, din eline geçeceği insanlar tarafından yanlış amaçlarla kullanılacak ve yobaz insanların yetişmesine neden olacaktır. Çünkü, kural olarak, boş bırakılan her alan bir şekilde doldurulur! Ama iyi ama kötü şekilde.

Bilim, dış dünyanın doğurduğu ortak tecrübenin bir üretisidir. Ancak, kendisini tanımladığı ile terimler arasında “nesnellik” var olmasına karşın, bilimin çoğu alanı “öznellikten” kurtulamamıştır. Bilim dini öznel kabul ederek, nesnelliğin yanına yaklaştırmaz. Oysa hem din hem de bilim, zihnin dış dünya ile olan ilişkisinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bilim ve dinin diğer bir ortak noktası da, derinliğine incelenecek olursa, “bilinemez” ve “düşünülemez” bir şeyin varlığını aramayı içerir. Din daha çok bilinemez şeyden kaynaklanır ve onu tanımlamak için uğraşır. Diğer yandan bilim, “tanımlanabilir” ve “bilinebilir” olan şeyin sınırları içinde kalmak için boş yere çabalar durur. Ancak, bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin, ortadan kaldırmak istediği “bilinemezi”, bir o kadar kabul eder duruma geçer.

Bilim, kendini kuşatan sırları ve sınırları her yönden tam olarak ortadan kaldıracak güçte değildir. Bugünün görünen sırları yarın açıklanacaksa bile beraberinde daha derin sırlar ve soruları da beraberinde getirecektir. Gerçek bir din ve bilim ortak bir amaç için çalışır: insanın mutluluğu ve kudreti için.

Ülkemizdeki ve hatta dünyaki, eğitimcilerin, akademisyenlerin ve hatta resmi kurumların kafa karışıklığını gidermek için, bu konunun üzerine gidilmesi ve insanlar, “din mi bilim mi, bilim mi Tanrı mı?” arasında bir seçim yapmaya zorlanmamalıdırlar. Bir çok dindar insan, evrim teorisini ve onun ana çıkış yeri olan bilimi, dini inançları gereği kabul etmemekte ve ona güvenmemektedir. Özellikle bir grup, İsalm dinini kullanarak, kitap ve medya aracılığı ile sadece tek işi evrim teorisine karşı çıkmak gibi bir görev üstlenmiştir. Bu bilgi bombardımanı insanlarda içsel çatışmalar yaratmakta ve ardından da seçim yapma zorunluluğu doğurmaktadır. Bilimin evrim teorisinin, dinin büyük patlama teorisinden farkı olmadığı vurgulanarak, okuldaki öğrencilerde, akamdemisyenlere kadar herkese anlatılmalıdır.

 

Son Güncelleme: Cumartesi, 23 Şubat 2013 12:09